20 Mart, 2025

Seyda Muhammed Raşit Erol (k.s.) Menkibeler

 EKLEM ROMATİZMASINDAN KURTULUŞ

Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin bir sofisi anlatıyor:

    “Eklem romatizması denilen, ayaklarımı, ellerimi, boynumu ve bütün vücudumu ağrıtan ve oynatmayan hastalıktan muzdariptim. Tedaviye rağmen yazı yazamıyor, boynumu oynatamıyor, yürüyemiyordum. Ömür boyunca hastalığımın devam edeceğini kanaat getirmiştim.

    Seyda Hazretlerini (Seyyid Muhammed Raşid Hz.) ziyaret ettiğim bir sırada yine ağrılarım dayanılmaz bir haldeydi. Ağlayarak bu sıkıntıdan kurtulmak için Rabbime dua ettim. Akşam tevbe aldım(*). Hava serindi. Soğuk suyla gusül aldım, sonra uyudum.

    Sabah namazına kalktığımda ağrılarımdan eser yoktu. O günden sonra bir daha eklem hastalığı görmedim.”

TÖVBE ALMAK: Seyyid Muhammed Raşid Hz.’nin elini tutarak onunla beraber tövbe cümlesini tekrar etmek.

(Kayn:Seyda Hazretleri’nin Hayatı)

UÇURUMA GİDEN ARABA

Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin bir sofisi anlatıyor:

    “Seyda Hazretlerini (Seyyid Muhammed Raşid Hz.) ziyaretten dönüyorduk vakit geceydi. Bir ara uyuklamaya başladım. Aniden gözlerimi açtım, baktım ki araba uçuruma doğru gidiyor, şöförümüz uyuyor.

    Birden arabanın bir tarafında Seyda Hazretlerini, diğer tarafında Gavs Hazretlerini (Seyyid Abdulhakim Hüseynî Hz.) gördüm. Arabayı tutup, yola düzgünce koyup kayboldular. Sarsıntıyla uyanan arkadaşlar ne olduğunu anlayamadılar. Büyük zatların yardımıyla mutlak bir kazadan kurtulmuştuk.”

(Kayn:Seyda Hazretleri’nin Hayatı)

ÜMİTSİZ HASTALIK

Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin bir sofisi anlatıyor:

    “Büyük bir kamu kuruluşunda çalışıyordum. Rahatsız oldum, bir çok doktora gittim. Şifa bulamadım. Yakınlarım çok büyük bir hastaneye yatırdılar. Doktorlar benden ümidi kesmişlerdi. Tabiri caizse ölümü bekliyordum.

    Bir gece ağladım, yalvardım; ‘Ya Rabbi senin dostlarından, sevdiklerinden kimse yok mu? Sen onlardan birisine benim halimi bildirsen de, benim derdime şifaya vesile olsa…’ dedim.

Kısa bir süre sonra, sakallı, sarıklı nuranî bir zat-ı muhteremin latif ruhaniyeti, hastanedeki odama yalnız olduğum anda teşrif buyurdular. Benim vücuduma teveccüh buyurdular, dua okudular ve sonra kayboldular.

    Ben doktorların ve ailemin hayreti ve şaşkınlığıyla birlikte iyileştim. Eski sıhhatime kavuştum. Eski normal hayatıma döndüm. Fakat o zatı unutamıyor, her fırsatta bulurum ümidini taşıyordum.

Bir gün camide bir arkadaş; ‘Menzil’de çok büyük bir Allah dostu vardır’, diyerek Seyda Hazretleri’nin (Muhammed Raşid Hz.) resmini gösterdi. Fotoğrafı görünce gözlerime inanamadım. Bana gelen zat o idi. Hemen ziyaret için yola çıktım.

    Menzil’e vardığımda nerede olduğunu sordum. Camide dediler. Heyecanla camiye girdim. Benim iyileşmeme sebep olan zat orada oturuyordu. Koştum ayaklarına sarılmak istedim. Zat-ı Muhterem ayaklarını çekmek için ayağa kalktı. Hızlı olarak uzaklaştı. Ben de arkasından gittim. Sonunda ziyaret ettim.

    Hatta dışarıdan görenler; ‘Seyda Hazretleri’ni bir deli kovalıyor’, demişler. Allah Teala’ya hamdolsun ki manevi olarak görüştüğümüz zatı dünya gözüyle de görerek bağlanmak nasip oldu.”

(Kayn:Seyda Hazretleri’nin Hayatı)

EVLİLİK SORUSU

    Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin bir sofisi anlatıyor::

    “Ben Adıyaman’da çok süfli bir hayat yaşıyordum. Alkol kullanan arkadaşlarla gece gündüz birlikteydim. Hanımım Seyda Hazretleri’ne gitmişti.

    Bir gece yine alkollü iken masada beni tahkir ettiler. ‘Senden izinsiz karın nasıl Menzil’e gider. Niçin onun dersini vermiyorsun?’, dediler.

    Kızgınlıkla eve gittim. Her zaman olduğu gibi beni güler yüzle karşıladı, hizmetimi gördü. Ben bahane bulmak için; ‘Hanım ben falan uygunsuz kadınla evlenmek istiyorum, ne dersin?’, dedim.

    Eğer ‘Evlen!’ derse ‘Bana onu mu layık görüyorsun?’, diye, yok evlenme derse ‘Benim evlenmeme niçin karşı geliyorsun?’, diye dövecektim.

    Fakat o, ‘Bey sen bilirsin!’, dedi. Ben beklemediğim bu cevap karşısında ne yapacağımı bilemedim. Sinirlendim, dışarı çıktım, motosikletime bindim. Hızla sürerken en son gördüğüm bir kamyonun tamponuydu. Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. İki bacağım ve bir kolum alçıdaydı. Yüzüm parçalanmıştı.

    Doktor geldi, ben doktora teşekkür edecekken;

    -Bana değil, sana gece gündüz bakan ve devamlı dua eden ve mürşidinden yardım isteyen bu hanıma teşekkür et!, dedi.

    Karım başımın ucundaydı ve her zamanki teslimiyeti ve saygılı tavrıyla hizmet etmekteydi. Ben bu durum karşısında, ‘İyileşince ilk işim Seyda Hazretleri’ne gitmek olsun’ diye içimden geçirdim.

    Neticede hastaneden taburcu oldum. Menzil’e ziyarete gittim. Seyda Hazretleri avludaydı. Ziyaretçiler elini öpüyordu. Ben de sıramı bekledim. Yaklaştım, tam elini öpecekken sağ elini çekerek arkasına koydu. Sol eline davrandım. O elini de çekti ve bana dönerek;

    -Sen bizim kızımızı sahipsiz mi sandın?, dedi.

    Ben bunun üzerine pişmanlığımı belirttim. Mübarek gülerek;

    -Hadi gel sen de bizim bir evladımız ol!, diyerek tevbe verdi (*) ve bizi kabul buyurdu.”

(*)Tevbe Verdi: Tövbe cümlesini tekrar ettirdi.  

    (Kayn:Seyda Hazretleri’nin Hayatı)

İSYANCI SOFİLER (!)

    Molla Seyfettin Bozan babası Molla Üzeyir’den naklen anlatıyor;

    Gavs-ı Kasrevî Hazretleri’nin vefatından sonra yerine irşad görevine geçen Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri henüz bölgede pek tanınmıyordu. Nitekim kendisine ilk defa Urfa yöresi insanları teveccüh gösterdiler.

   İlk zamanlar vasıta sıkıntısı sebebiyle, insanlar bir kamyonun kasasına doluşup sevgi ve muhabbetle Menzil köyünün yolunu tutuyorlardı. Yine böyle bir grup sofi, kamyona doluşup Menzil yolunu tutmuş gidiyorlardı. İçlerinden bir tanesinin aklına nereden geldi ise, başındaki poşi denilen kumaş örtüyü çıkarıp, elindeki bir ağaç çubuğun ucuna bağlamış, bağlayınca da bayrak gibi şekil olmuş. Kamyon kasasındaki sofiler, bu ağaç çubuğu sallayarak muhabbet ve neşe içinde Menzil’e gelmişler. Menzil’e geldiklerinde dahi, o poşi bağlı ağaç öylece duruyormuş.

    Fakat maalesef yolda kenarından geçtikleri köylerden birinde, bu durumu gören kötü niyetli biri tarafından, Menzil sofilerinin devlete karşı bir ayaklanma girişiminde bulunduklarını, hatta bayrakları bile bulunduğu şeklinde, karakola asılsız iftiralarla şikayette bulunmuş.

    Bu şikayet üzerine derhal karakoldan askerler gelip köyün etrafını sarmışlar. Şikayete delil olan o ağaç çubuğu orada görünce, askerler Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri ve bazı sofileri alıp Adıyaman merkeze götürerek nezarete koymuşlar. Seyda Hazretleri o nezarette üç gün kadar kalıyor. Hatta, abdestini bozarsa tekrar abdest alamama endişesinden, bu üç gün zarfında Menzil’de aldığı abdestini bozmadan beklemiş. İşledikleri bu ağır suç (!)’a göre Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanması gerekmektedir.

    Şehirde bu hadise yayılmış ve zamanın Adıyaman Belediye Başkanı olan Mithat Bey’in kulağına kadar gitmiş. Mithat Bey, bir Allah dostuna yapılan bu muameleye çok üzülmüş. Kendisi abdestle, namazla işi olmayan ve çift tabanca ile gezen biri olmasına rağmen bu muameleye karşı çıkıp, Seyda Muhammed Raşid Hazretleri’nin kefili benim diyerek onun serbest bırakılması için yüklü miktarda kefalet parası dahi yatırmış.

    Daha sonra bizzat nezarethaneye gelmiş ve Seyda Hazretleri ve yanındaki diğer sofilerin serbest bıraktırmış. Nezarethane çıkışında, Seyda Hazretleri’ni evine davet etmiş. Seyda Hazretleri onun bu alicenap hareketine karşı teşekkür etmiş ve onun davetini kabul ederek evine kadar teşrif etmiş.

    Mithat Bey, Seyda Hazretleri’nin evde yaptığı sohbetten çok etkilenip gönlü onun sevgisi ile dolmuş. Bu muhabbetin tesiriyle Seyda Hazretlerine;

    -Ya şeyhim senle bir anlaşma yapalım!, demiş.

    Seyda Hazretleri;

    -Ne anlaşması?, deyince.

    Mithat Bey;

    -Benim ahiretim sana ait olsun, senin de, dünyan bana. Can pahasına, can bu bedende olduğu sürece istediği yere kadar varım, şeklinde acayip bir teklif sunuyor.

    Muhammed Raşid Hazretleri bu acayip teklifi tebessümle karşılayıp, ona bugünden itibaren namazını kılması şartıyla kabul ettiğini ifade ediyor.  O zamana kadar namazla niyazla hiçbir işi olmayan Mithat Bey tamam deyip tövbe ediyor ve Seyda Hazretlerinin talebesi oluyor. Ailesi de intisap ediyorlar.

    Mithat bey bu tövbesine sadık kalarak kırk gün kadar yaşıyor ve o halde vefat ediyor. Öyle ki, onun eski sefahat hayatını bilenler, onun aklını kaçırdığını falan zannediyorlar.

    Onun cenazesini defnettikten sonra on yıldan fazla bir zaman geçiyor. İmar planı değişikliği sebebiyle mezarlığın içinden yol geçeceğinden, bazı mezarların kaldırılması icap ettiği bildiriliyor. Kaldırılacak mezarlar arasında Mithat Bey’in mezarı da vardır. Mezarların kaldırılacağını öğrenen Nazmi Çavuş adındaki bir sofi, Mithat Bey’in Seyda Hazretleri ile olan daha önceki sözleşmesini hatırlayıp, mezarın kaldırılması sırasında orada bulunmak istiyor.

    Sofi, bu manevi sözleşmenin neticesini öğrenmek maksadıyla, büyük bir merakla mezarın nakli için oraya gidiyor. Mezarın üstünü eşip bir bakıyorlar ki, Belediye Başkanı Mithat Bey’in bedeni taptaze olduğu gibi duruyor. Kefenine bile bir zarar gelmediğini müşahede ediyorlar. 

PEYGAMBERİMİZİN SAĞ ELİ

    Amerika’da İslâmiyeti kabul eden birisi bir gece rüyâsında Peygamber (s.a.v.)’i görür. Edeple yaklaşarak elini öpmek ister. Ancak Peygamberimiz öpmesi için ona sol elini uzatır. Rüyayı gören adam buna bir mana veremez ve üzülerek:

    -“Ya Rasulullah (s.a.v.) bir hata mı işledim, bana öpmem için sol elinizi uzattınız?”, diye sorunca;

    Peygamberimiz (s.a.v.) tebessüm ederek:

   -“Hayır. Benim sağ elim Menzil’dedir.”, diye buyurur.

     Bunun üzerine bu kişi rüyada ifade edilen “Menzil” hakkında araştırmalar yapar. En sonunda Adıyaman’daki Menzil köyüne gelir ve Peygamberimizin sağ elim diye ifade ettiği, Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’ni ziyaret edip elini öpmek nasip olur.

(Kayn:Muhammed Raşid Hz’nin Hayatı/S.Özcan/Y.Lis.Tezi)

ŞAH-I HAZNE’NİN KÖYLÜSÜ

    Seyyid Muhammed Râşid Hazretleri’nin sofilerinden Salih Koç anlatıyor;

    Seyda Hazretleri bir gün Menzil’de camide, yüzü sofilere dönük olarak oturuyordu. Bir ara aniden heyecanlı bir şekilde ayağa kalktı. O ayağa kalkınca sofiler kapıdan büyük bir alim veya mürşid gibi Seyda Hazretleri’nin hürmet edeceği bir zat geleceğini düşündüler ve kapıya bakarak beklemeye başladılar.

    Fakat gele gele şapkalı sakalsız bir adam çıkageldi. Adam Seyda Hazretleri’nin yanına gelerek bir şeyler sordu. Seyda Hazretleri de; “Belê (tamam) kurban” diye ona cevap verdi.

    Sofiler Seyda Hazretleri’nin ayağa kalkarak hürmet gösterdiği bu adam kimdir diye çok meraklandılar. Sonradan öğrendiler ki, gelen adam Seyda Hazretleri’nin babası ve mürşidi olan Seyyid Abdülhakim Hüseynî Hazretleri’nin mürşidi Ahmed Haznevî Hazretleri’nin köylüsü imiş.

    Yani Seyda Hazretleri, mürşidinin mürşidi olan Ahmed Haznevi hazretleri’nin köylüsüne bile edep ve hürmetini göstermekten geri durmamış.

(Kayn:Muhammed Raşid Hz’nin Hayatı/S.Özcan/Y.Lis.Tezi)

NAKŞÎ MÜRİDİ ŞADAN

    İbrahim Hatipoğlu Hocaefendi anlatıyor:

    Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin Bursa’daki sofilerinden Şadan isminde biri vardı. Şadan Sofi 1980’li yıllarda bu vatanın bölünmez bütünlüğü için mücadele eden yiğitlerden idi. Hatta, 12 Eylül Darbe Yönetimi tarafından idamla yargılananlardan biri idi. Şadan Sofi bir gün gelir vefat eder. Vefatı üzerine onu Bursa’daki Pınarbaşı Mezarlığı’na defnederler.

    Şadan Sofi’nin babası, oğlunun vefatından sonra, bir gün Adıyaman Menzil’e Seyyid Muhammed Raşid hazretlerini ziyarete gelir. Ziyaret sırasında Seyda Hazretlerine, oğlunun vefat ettiğini haber verir. Seyda Hazretleri bunun üzerine Şadan Sofi’nin babasına taziyede bulunur ve dualar eder.

    Şadan Sofi’nin babası daha sonra, Seyda Hazretlerine, oğlunun mezar taşına, ‘NAKŞİBENDİ MÜRİTLERİNDEN ŞADAN RUHUNA EL-FATİHA’, şeklinde bir yazı yazdırabilir miyim?, diye sormuş. Seyda Hazretleri, ‘Yazın!’ diyerek izin verdiğini söylemiş.

    Babası da, Bursa’ya dönünce, mezar taşına bu ifadeyi aynen yazdırır. Şadan Sofi’nin mezarının yakınında da bir çeşme vardır. İleriki günlerde, mezar taşındaki bu yazıyı okuyan bazı insanlar çeşmeden su doldurup onun mezarının üzerine dökmeye başlarlar.

    Bir gün gelir, Şadan Sofi babası dahil, tam yirmi kadar değişik sofinin rüyasına girerek, mezarına su dökmemelerini, çünkü dökülen suların yüzünü ıslattığını söyler.

    Babası, bu rüyalardaki ikaz üzerine, Şadan Sofi’nin mezar taşındaki yazının altına metal bir levha üzerine “LÜTFEN SU DÖKMEYİN!” diye yazı astırmak zorunda kalır. 

EN BÜYÜK DEVRİMCİ

    Molla Metin Korkut anlatıyor:

    “1979 tarihinde Hilvan’da imâm-hatip olarak görev yapıyordum. Menzil’e gitmek için Siverek’e gitmem gerekiyordu. Yol üzerinde araç beklerken elinde silâh olan ve ilerde PKK’nın teşekkülüne zemin hazırlamaya çalışan Marksist solcu birkaç militan beni alıkoydu.

    Bana kim olduğumu sordu. Ben de buraya yakın bir yerde hocalık yaptığımı söyledim. Nereye gittiğimi sorduğunda, Menzile gitmek istediğimi söyledim.

    Bana korkup korkmadığımı sordu. Ben korkmadığımı ifâde ettiğimde, nereli olduğumu sordu. Ben de Diyarbakırlı olduğumu söyledim.

    Bana “Devrime ve devrimciliğe” inanıp inanmadığımı sordu. Ben de inanmadığı söyledim.

    Soru cevap şeklinde uzun bir münâkaşamız oldu. Sonunda “Peki”, dedi. “Menzil’e vardığında Şeyhine selâm söyle.”, dedi.

    Ben de; “Selâmını söylemem”, dedim. Sonunda ayrılmama izin verdiler.

    Menzil’e vardığımda Seydâmız abdest alıyordu. Abdest sonrası bana dönerek tebessümle; “Hoş geldin Molla Metin, devrimcilerle aran nasıl?”, diye sorduğunda olaya

vukufiyeti karşısında hayrette kaldım. Ve bana;

    -‘Keşke devrimciliğe inandığını söyleseydin ve EN BÜYÜK DEVRİMCİNİN DE CÂHİLİYE DÖNEMİNE VE MÜŞRİKLERE KARŞI, İSLÂM’IN VE HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’in olduğunu ifâde etseydin’ onunla münâkaşaya girip hayâtını tehlikeye atmasaydın’, dedi”

(Kayn:Muhammed Raşid Hz’nin Hayatı/S.Özcan/Y.Lis.Tezi)

TİPİDE YOLDA KALAN OTOBÜS

    M.Erol adındaki sofi, yaşanmış bir hadiseyi, anlatan şahsın ifadeleriyle şöyle naklediyor;

    “Ben Risâle-i nûr talebesiyim. Sultan hazretleriyle hiçbir bağım yoktu, tanımam da. Bir kış günü şehirler arası bir yolculukta Ankara’ya dönüyordum.

    Yolda aşırı derece kar ve tipi vardı. Yollar kapanmıştı, araçlar hareket edemiyordu. Hepimiz araçtan indik, yardım bekliyorduk.

    Birden farkında olmadan ‘Yâ Muhammed Râşid, Yâ Sultan Râşid imdât!’ diye kalbimden geçirdim. Bir süre sonra çok hızlı bir şekilde kar ve tipiyi yara yara bir araç yaklaştı. Birkaç kişinin ismini ve benim ismimi zikrederek araçlarına binmemizi istediler.

    Ben binmek istemediğimi ve kendilerini tanımadığımı belirttiğimde; ‘Yardım isteyen sen değil miydin?’, diye sordular.

    Ben; ‘Hayır yardım talebinde bulunmadım’, dedim. Sonra bana, ‘Sen kalbinde, imdât Yâ Sultan Râşid!, diye geçirmedin mi? Biz de, o imdâda gönderildik’, dediler.

    Ben rüyâ görmüyordum. Bu nasıl gerçek olabilirdi?. Sonra beni Ankara’daki evime bıraktılar.”

 (Kayn:Muhammed Raşid Hz’nin Hayatı/S.Özcan/Y.Lis.Tezi)

BİR MÜDÜRÜN TAYİN DERDİ

    Menzil Köyü’ndeki dükkanlardan Hacı Sıtkı’ya ait olan dükkana bir gün kravatlı memur kıyafetinde bir adam gelir. Adam kısa bir hasbihaldan sonra derdini anlatır.

    Meğerse bir devlet dairesinde Müdür olarak çalışıyormuş. Hatay iline tayini çıkmış. Kendisi Malatya’ya tayin gitmek istiyormuş, fakat bir türlü isteğini gerçekleştirememiş. Etrafındaki tanıdıkları onu, Menzil Köyü’nde Seyda Muhammed Raşid Hazretlerini ziyaret etmesini derdini ona anlatmasını tavsiye etmişler. Bu tavsiye üzerine adam Menzil’e gelmiş.

    Hacı Sıtkı onu dinledikten sonra, Seyda Hazretlerinin vakit namazlarında camiye geldiğini, gidip derdini ona anlatmasını söylemiş.

    Adam camiye gitmiş ve Seyda Hazretleri gelince ona derdini anlatmış. Seyda Hazretleri dinledikten sonra ona;

    -“Bizim mesleğimiz atama ve tâyin işi değildir, biz İslâm’ın ve ümmetin hizmet işlerine bakıyoruz. Yine de inşâallah arzunuz, temenniniz doğrultusunda gerçekleşir.”, diye buyurmuş.

    Aradan bir yıl geçtikten sonra, Hacı Sıtkı’nın dükkanına bir adam gelerek, kendisini hatırlayıp hatırlamadığını sormuş. Hacı Sıtkı da hatırlamadığını söyleyince adam;

    Bir yıl önce gelip tayin işi için Seyda Hazretlerinden dua aldını, o gün memleketine döndükten sonra, Hatay İli diye  yazılı olan tayin evraklarında, inanılması güç bir şekilde, tayin yerinin Malatya olarak değiştiğinin görüldüğünü, bu durumda hayretler içinde kaldığını ve Seyda Hazretleri’ne teşekkür etmek için tekrar ziyarete geldiğini söyler.

    Daha sonra Seyda Hazretlerini ziyaret ederek intisap eder ve onun sofileri arasına katılır.

 (Kayn:Muhammed Raşid Hz’nin Hayatı/S.Özcan/Y.Lis.Tezi)

HARRAN’DA YAĞMUR DUASI

    Menzil sofilerinden Zafer Sungur anlatıyor:

    Bir zaman Urfa’nın Harran Ovası’nda müthiş bir kuraklık hüküm sürüyordu. Bunun üzerine, Urfalılar Menzil’e gelip Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’den Harran’a gelip yağmur duasında bulunması için çok rica edip talepte bulundular.

Seyda Hazretleri de onları kırmayıp kabul etti ve dua etmek üzeri Urfa’ya gitti. Harran’da bir tepe üzerindeki bir tarlada yağmur duasında bulundu. Etrafında Urfa’nın halkından yaklaşık on bin kişi toplanmıştı.

    Dua ettikten sonra, Urfa’ya gitti ve istirahatini yapmak üzere bir yere gittiler. Gece yarısı orada bir ara odasından çıktı ve bir sofiye havada bulut olup olmadığını sordu. Sofi de şöyle bir baktı ve havada bulutlar gördüğünü söyledi.

    Bunun üzerine Muhammed Raşid Hazretleri;

    -Musa (a.s.) Allahu Teala’ya dua etti. Rabbu’l-Alemîn onun duasını kırk yıl sonra kabul etti. Haşa hude haşa biz kim oluyoruz ki!, diye buyurdu.

    Seyda Hazretleri’nin bu sözlerinden sonra yaklaşık üç saat geçmişti ki beklenen ve özlenen yağmur yağmaya başlar. Yere düşenler yağmur damlası değil adeta bir kovadan boşaltırcasına yağıyordu. Bu yağmur tüm Harran Ovasını suya kandırmıştı. Öyle ki, Seyda Hazretleri’nin kaldığı yerden ana yola çıkmak için yere kalaslar döşemek zorunda kalmışlardı. Gideceği araba ancak bu kalaslar üzerinden giderek ana yola ulaşabilmişti.

VİRD ARTIRMA TALEBİ

    Molla Yunus Demirkıran Hocaefendi anlatıyor;

    Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri, Menzil’deki değirmenin yanında bir molla ile bir mesele hakkında konuşuyorlardı. Sofinin biri bir ara edep ile yaklaşarak Seyda Hazretleri’nin yanına geldi ve;

    -Acaba Sultanım virdimi artırır mı?, dedi. Seyda Hazretleri ona;

    -Kaç bin çekiyorsun?, diye sordu. Sofi de 5.000 çektiğini söyledi. Seyda Hazretleri, onun göğsüne elini koyarak;

    -Sofi git bu sana yeter, sen devam et!, diye buyurdu. Sofi, bu cevap üzerine, başkaca bir şey söylemeyip edep ile oradan uzaklaştı.

    O uzaklaştıktan sonra, Muhammed Raşid Hazretleri, yanında görüştüğü mollaya;

    -Kaç yıldır bu sofi 5.000 çekiyor biliyor musun?, diye buyurdu. Molla da, “Sultanım bilir!” diye cevap verdi.

    Bunun üzerine Seyda Hazretleri;

    -Tam yedi yıldır 5.000 çekiyor. Fakat o sofi “FENA FİRRESÛL” makamındadır, diye buyurdu.

    Yani başka sofilerin belki de, otuz kırk yılda, doksan bin, yüz bin veya nefyu ispat virdi çekerek ulaşamadığı bir makama, o daha virdin ilk basamağı olan 5.000’de ulaşmış. Fakat kendisinin haberi yoktur. Çünkü, kendini beğenme ve ucup hastalığına düşmemeleri için, talebelerin hangi makamda oldukları, kendilerine bildirilmemektedir.

NOT: Nakşî yolunda, günlük zikir görevi olan virdler, günde 5.000 defa kalben “ALLAH” demek ile başlar ve 101.000’e kadar artırılabilir. Daha sonraki merhalede nefyu ispat yani “LAİLAHEİLLALLAH” zikrine geçilir.

KAMYON ŞÖFÖRÜNÜN AKİBETİ

    Menzil sofilerinden biri anlatıyor:

    Bir gün Seyda Muhammed Raşid Hazretleri (k.s) diyor ki:

    -Gidin Fırat köprüsü yakınında bir sofi vefat etmiş gidin alın gelin.

    Bunun üzerine Menzil’den sofiler yola çıkıp Fırat Köprüsü’nün yanına gidiyorlar. Bakıyorlar ki, hakikaten bir kaza olmuş ve bir kamyonun devrilmiş olduğunu, şöförünün de ölmüş olduğunu görüyorlar. Şöförün cesedini alıp geliyorlar.

    Daha sonra, şöförün ailesine telefon açarak, onun kaza neticesinde öldüğünü ve cenazesinin Adıyaman Menzil köyünde olduğunu haber veriyorlar. Onun ölüm haberini alan akrabalarından üç otobüs dolusu insan Menzil’e geliyor. Cenaze namazını Molla Muhammed kıldırıyor ve arkasından Seyda Hazretleri de dua ediyor.

Oraya gelen akraba ve yakınlarından birisi hayretle şöyle diyor;

    -Efendim gördüğüm kadarıyla burası bir Allah dostunun mekanı. Ama şaşırdığımız şudur: Bu zat ömrünce kıbleye dönmüş biri değil, sürekli içki içen birisi, böyle büyük bir yerde bunun namazının kılınmasının sebebi nedir?

    Bu sual üzerine Seyda Hz.(k.s) onları odasına aldıktan sonra şöyle buyurdu:

    -Siz öyle diyorsunuz ama, bu kişi yine içkiliydi. İçkili bir vaziyette buradan geçerken dedi ki kendi kalbinden: ‘Yarabbi yıllardan beri şu tekkenin önünden geçiyorum. Bir gün olup da, neden ben bu tekkeye girip de bir hayır dua almıyorum? Bu insanları bu kadar buraya toplayan, dünyada ismini duymayan kalmamış, bir evliya var diyorlar, neden ben buraya girip de bir hayır duasını almadım?’, diyor. ‘Yarabbi inşaallah bir daha ki seferime tertemiz elbiselerimle içmeden, senin rızanı kazanmak için bu kapıya geleceğim ve bu Allah dostundan dua alacağım.’ Kalben böyle bir eziklik hissediyor. Ve bir müddet gittikten sonra, Fırat köprüsü yakınlarında arabası devriliyor ve vefat ediyor. Allahu Teala’nın eşref saatinin, dualarının kabul saatinin açık olduğu bir ana geldi. Rabbul Alemin onun o anki pişmanlığını tövbe-i nasûh kabul etti, O bizim evladımızdır.

    Daha sonra, cenaze sahiplerine teslim ediliyor. Hatta, o gün cenazeyi almaya gelen 3 otobüs dolusu cenaze sahibi bu hadiseden ibret alarak o gece Menzil’de intisap ediyor ve Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin talebeleri arasına katılıyorlar.


EmoticonEmoticon