19/03/2025

Dyatlov Geçidi Vakası

 Bir grup öğrenci, kışın ortasında Ural Dağları'nda bir gezintiye çıkmıştı. Açıklanamayan yaralar içeren ve radyasyona maruz kalmış cesetleri, olayı daha da anlaşılmaz kılan konumlarda bulundu. "Dyatlov Geçidi vakasının" gizemi, 60 yıldır pek çok komplo teorisine ilham kaynağı oldu. BBC muhabiri Luch Ash, grubun takip ettiği rotayı izleyerek öğrencilerin hikayelerini fotoğraflar, günlükler ve mektuplarla anlatıyor, uzmanların yorumlarını aktarıyor.

Dyatlov geçidi vakası

Telefon çaldığında Tatyana'nın annesi mutfakta turta yapıyordu. O yüzden telefonu 12 yaşındaki kızı Tatyana açtı.

Tanımadığı bir erkek, "Evde yetişkin biri var mı?" diye soruyordu. Tatyana telefonu abisine verdi.

"Abime, kardeşimiz İgor'un öldüğünü söylediler. Sonraki gün ailem üniversiteye çağrıldı ve kabus başladı" diye anlatıyor.

Tatyana bugün 70'lerinde bir büyükanne olsa da, 1959'daki o günü dünmüş gibi hatırlıyor.

Tatyana'nın annesi, İgor'un arkadaşlarıyla geziye gitmesine karşı çıkmış, mezuniyetinin yaklaştığını ve bu yüzden tezine odaklanması gerektiğini söylemişti.

"Ama ona yalvardı, 'Son bir kere gideyim anne' dedi. Gerçekten de son seferi oldu" diyor Tatyana ve ekliyor:

"Annem bu kaybı asla kabullenemedi, 23 yaşındaki oğlunun geziye katılmasına izin verdiği için kendini hiç affetmedi. Özellikle de böyle korkunç ve anlaması güç bir ölüm olduğu için…"

Soğuk Savaş'ın zirveye ulaştığı yıllarda, İgor Dyatlov'un liderliğinde 10 öğrenci, Avrupa ve Asya'yı ayıran Ural Dağları'nda geziye çıkmıştı.

Tümü Yekaterinburg'daki Urallar Politeknik Enstitüsü'nden tecrübeli kayakçılar olan genç kadın ve erkeklerden yalnızca biri hayatta kalacaktı.

Dokuzunun cesedi ücra bir dağın tepesinde, korkunç ve izah edilemeyen yaralarla bulundu. Bazıları yarı çıplaktı, ikisinin gözleri çıkarılmış, birinin de dili koparılmıştı.

Dyatlov Geçidi vakası olarak bilinen bu olay o günden beri birçok komplo teorilerine yol açtı. Fakat Şubat 2019'da Rus yetkililer sürpriz bir duyuruyla, bu olayla ilgili dosyayı yeniden incelemeye açacaklarını söyledi.

Gezinin üç hafta sürmesi planlanıyordu. Grubun önderi olan İgor, 12 Şubat'ta geziyi tamamladıktan sonra şehirdeki bir spor kulübüne mesaj gönderme sözü vermişti. Mesaj gelmediğinde başta kimse paniğe kapılmadı. Daha önce de kötü hava şartları nedeniyle geç döndükleri olmuştu.

Fakat 20 Şubat'ta aileler endişelerine daha fazla karşı koyamayarak yetkililere haber verdi. Üniversite, gönüllü öğrencilerden oluşan bir arama ekibini bölgeye gönderdi. Bugün 80'lerinde olan Mikail Şaravin de bu ekipteydi.

Kayıp öğrencileri aramak için küçük ekiplere ayrılan gönüllülerden, çadırı ilk gören o olmuştu. Çadırın içinde bir köşede düzenle yerleştirilmiş sırt çantaları ve botlar gördüler. İzledikleri rotayı gösteren bir harita, bir miktar para ve küçük bir alkol şişesi de vardı.

Bunların yanında, sanki yemek üzere hazırlanmış ama yemeye vakit bulunamamış gibi duran bir miktar et duruyordu.

O anda çadırın içeriden bıçakla yırtılarak açılmış olduğunu gördü. Sanki aceleyle dışarı çıkmak istemişlerdi. Ama niye?

Bu sorunun yanıtını düşünürken karşısına çıkanlar daha da ilginçti.

Çadırın hemen dışında 8-9 kişinin ayak izleri vardı. Bunların bir kısmı çıplak ayaklı, bir kısmı çorap giymiş, bir kısmı da sadece bir ayağında bot olan kişilere aitti.

5-10 metre süren bu ayak izleri ansızın yok oluyordu.

Şaravin ve arkadaşları şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuştu.

Öğrencileri -20 derecede yarı çıplak bir şekilde karın ortasına çıkaran şeyin ne olduğunu merak ettiler.

Hızla ekibin geri kalanının yanına giderek buldukları izleri anlattılar.

Daha sonra da akşam yemekleri için kamp ateşinin etrafında toplandılar.

Şaravin çadırdan aldığı alkol şişesini açtı ve kayıp öğrencilerin sağlığına kadeh kaldırdı.

"Tam o sırada ekipten biri bana dönüp 'Sağlıklarına değil de ebedi huzurlarına içsek daha doğru olur' dedi" diyor.

Kayıp öğrenciler 23 Ocak 1959'da yataklı bir trenle yolculuklarına başlamıştı.

Aralarında sekiz erkek ve iki kadın vardı. Biri hariç tamamı 20-24 yaş arasındaydı. En büyükleri olan 38 yaşındaki spor eğitmeni Semyon Zolotaryov ise 2. Dünya Savaşı'nda savaşmıştı.

Öğrencilerin yolculuklarını, bir noktaya kadar tuttukları günlükler ve çektikleri fotoğraflardan takip etmek mümkündü.

Ekibin en genci olan Lyudmila Dubinina, Komünist Parti'nin gençlik örgütü olan Komsomol üyesi, sert mizaçlı bir kadındı. Günlüklerine yazdıklarından, bu seyahatte onun da biraz rahatladığı görülüyor:

"Trende mandolin çaldık, şarkılar söyledik. Birden, bir sarhoş kompartımana girip bizi votka şişesini çalmakla suçladı. Şişeyi geri istediğini söyledi ve aksi taktirde gruptaki erkeklerin dişlerini dağıtmakla tehdit etti. Ama hiçbir şeyi kanıtlayamadığından çekip gitmek zorunda kaldı. Biz şarkı söylemeye devam ettik, sonra aşktan konuştuk, özellikle de öpüşmek üzerine..."

Lyudmila Dubinina

Gruptakiler son mektuplarını küçük bir yerleşim olan Vizhay'daki postaneden gönderdi. Geceyi de orada geçirdikten sonra bir kamyonla tomrukçuların üs olarak kullandığı "41. yerleşim" adlı bir kamp alanına vardılar.

Günlüklerindeki notlara göre, öğrenciler oduncularla sıcak bir sobanın etrafında sohbet etmekten ve sevdikleri filmler hakkında konuşmaktan keyif almıştı.

O gece, bir yatakta uyudukları son geceydi.

Sonraki gün sırt çantalarını yüklenip vadide, bölgedeki yerli Mansi halkının avlanırken kullandığı patikaları takip ederek yürümüş olmalılar.

Mansi halkından biri

Fotoğraf altı yazısı,Bölgedeki Mansi halkı rengeyikleriyle iç içe bir yaşam sürüyor

Grup, bir at arabası tutarak eşyalarını 15 mil kuzeyde, terk edilmiş haldeki Kuzey 2 adlı madenci yerleşimine götürdü.

Fakat yol, içlerinden birinin geziyi yarıda bırakıp geri dönmesine neden olacak kadar zorluydu.

Yura Yudin'in siyatik sinirleri daha fazla yürümesine izin vermiyordu. Yudin, eşyalarını grubun diğer üyelerine dağıtıp evine geri döndü.

Yudin bu duruma çok üzülmüştü. Ama bu sayede hayatının kurtulacağını henüz bilmiyordu.

Yudin gruptan ayrıldıktan sonra Ortorten Dağı'na doğru yola devam ettiler.

Rehberimiz Aleksandr, Mansi dilinde dağın adının "oraya gitme" anlamına geldiğini, yerlilerin yüzlerce yıldır bölgede rengeyiği çobanlığıyla uğraştığını söylüyor.

Fakat 1950'lerde bölgede yaşayanlar yalnızca Mansiler değildi. Bir zamanlar Uralların kuzeyinde İvdel-lag adıyla bilinen bir gulag (çalışma kampı) vardı.

Orada 30 bin mahkum yol yapıyor, ağaç kesiyor ve derme çatma fabrikalarda çalışıyordu.

Bu kamp, ülkedeki tüm gulaglar arasında en kötü şöhrete sahip olanlardan biriydi.

İçerideki kötü koşullara rağmen kaçmaya cesaret edebilen az kişi vardı. Zira bölge çok izole ve iklim çok sertti.

Zinayda günlüğüne yazarken

Gruptan Zinayda Kolmogorova ve Yura Doroşenko bir zamanlar sevgiliydi.

Zinayda seyahatte tuttuğu günlüğüne "Nasıl hissettiğimi bilmiyorum. Gerçekten zor, çünkü birlikteyiz ama birlikte değiliz" diye yazmıştı.

Genç kadın, bir önceki yolculukları sırasında, bir boz ayıyı jeolog çekiciyle kovalayan Doroşenko'ya aşık olmuştu.

Kar aracının üzerinde yolculuğun son aşamasına geliyorum. Üzerinde karların biriktiği çam ağaçlarını geçiyor, dik bir yamacı çıkıyorum.

Yerde rengeyiği, porsuk ve vaşak izleri var. Gökyüzü masmavi fakat rehberimiz bu bölgede havanın her an dönebileceği uyarısında bulunuyor.

Yamacı tırmanmaya devam ettikçe ormanın bittiği ve karların dışında sadece birkaç küçük çam ağacı ve kayanın göründüğü bir bölgeye geliyoruz.

Burası Holat Syahl. Anlamı, Ölüm Dağı. Dört bir yandan esen rüzgar yüzümüzü acıtıyor ve bulutlar ansızın alçalarak görüşümüzü birkaç metreye kadar azaltıyor.

Nedendir bilinmez, öğrenciler 1 Şubat günü çadırlarını böyle bir noktaya kurmaya karar vermişti.

Rehberimiz Aleksandr, buranın kamp kurmak için aşırı rüzgarlı bir nokta olduğunu söylüyor.

"Belki de bu kadar yukarı tırmandıktan sonra tekrar aşağı inerek yolu kaybetmek istememişlerdir" diyor.

Çadırları sığ bir çukura kurulmuştu. Grup bu çukuru rüzgardan korunmak için kazmış olabilir.

Mikail Şaravin'in arama ekibi öğrenciler kaybolduktan yaklaşık bir ay sonra çadırı bulduğunda, dağın zirvesinden yalnızca 300 metre uzaktaydı.

Şaravin bugün Yekaterinburg'dan arabayla bir saat uzaklıkta, izole ve köhne bir evde yaşıyor. Zayıf, kel, yanakları çökmüş, ama çadırı bulduğu anı anlatırken gözleri gururla parlıyor:

"Bir çadır direği kar birikintisinden yukarı çıkıyordu. Kumaşın üzerinde bir el feneri duruyordu ve şaşırtıcı bir şekilde hâlâ çalışır durumdaydı.

"Ertesi gün, 27 Şubat'ta, arama grubundakilerle birlikte ilk cesetleri bulduk. Bir sedir ağacına yaklaşırken, 20 metre ötede kahverengi bir nokta gördüm. Ağacın sağ tarafındaydı. Yaklaştıkça orada iki ceset olduğunu anladım. Elleri kırmızı - kahverengi arası bir renge bürünmüştü."


EmoticonEmoticon